Kayıtlar

Programın dışında, akışın içinde yazılar.

FOLKLOR HALKIN AYNASIDIR, KARARSA DA PARLATILIR

Resim
Eskiden (ama çok değil az eskiden) bütün devlet törenlerinde, televizyonda halk oyunları ekipleri görürdük. Onlara yanlış olarak "folklorcu" derdik ama olsun, onları görürdük. Neden çok uzun zamandır görmüyoruz? Kadın-erkek el ele, kol kola neşeyle dans ediyorlar diye olabilir mi?  (Okura not: Bu metin, Nisan 2021'de, henüz covidin etkisinin az da olsa hissedildiği bir dönemde, Hürriyet'teki sayfamda yayımlanan yazının bazı ufak değişikliklerle gözden geçirilmiş halidir.)   Eskiden TV’lerde arada sırada da olsa halk oyunları ekiplerini görürdük. Epeydir göremiyoruz ya da ben denk gelmedim. O ekipler ekranda belirince birbirimize, “Folklorcular çıktı” derdik. Yanlış söylerdik. Onlar folklorcu değildi, dansçıydı! Nereye gitti onlar? Siz hiç oynadınız mı halk oyunları? Ben oynadım. Gaziantep, Silifke, Elazığ, Adana oynadığımı hatırlıyorum. Çocukluğum Adana gibi muhteşem bir yerde geçti; doğal olarak oynadıklarımız da komşu yörelerin oyunlarıydı. Davul-zurnacıları

ŞU BİZİM ŞAHMARÂN

Resim
Adana yöresine aitmiş gibi duran Şahmarân efsanesinin altında, binlerce yıllık inançlar var. İsrailoğullarından İslâm dönemine, Sümer’den Roma’ya, anlatılagelen pek çok öykü birbiriyle ilişkili. E çünkü halk birbiriyle ilişkili. Halklar görüştükçe efsaneler de sürüp gider. Şahmârân da hayatımızı güzelleştirmeyi sürdürür. Şifasıyla, bilgeliğiyle, estetiğiyle…   ŞU BİZİM ŞAHMÂRÂN  Yakındoğu ne kutlu bir yer. Yılanı bile şifa dağıtıyor. Hele yılanların şahı, yani Şahmarân öyle bir figür ki, evlerimizde, oturma odalarımızda bize gülümsemeyi sürdürüyor.   Eskiden masallar vardı hayatımızda. Masallar hâlâ var ama artık hayatımızda değiller. Orada bir yerde duruyorlar. Kitaplarda mesela. Öylece… Sessiz… Okuyan olursa… Ama eskiden anlatılırlardı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılırlardı. Bilinirlerdi. Hayal gücümüz beslenirdi, üzerlerine çeşitlemeler yapardık. Artık anlatan da, dinleyen de olmadığı için ne hayal gücümüz besleniyor ne de bir şeyin üzerine çeşitlemeler yapıyoruz. Ya

FAZIL SAY KONSERİNDE GÖĞE YÜKSELMEK

Resim
    Biz göğe yükseldik. Dün gece (26 Kasım) İzmir Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde oturduğumuz yerden çok uzaklara gittik. Bir Fazıl Say konserindeydik ya da kendimizi öyle sanıyorduk. Meğer seyahatteymişiz.   Bir baktık, uçsuz bucaksız bir okyanusun kıyısında, bir küçük tahta iskeleye bağlı minik bir kayıktayız. Okyanusta tüm tekneler minik değil midir zaten? Sakin bir deniz, mavi bir hayat, güneşli ama Halikarnas Balıkçısı’nın deyimiyle, “tam adam boyu” bir iklim, huzur… Palamarları gevşetip akışa bırakarak kendimizi, uzaklaşıyoruz kıyıdan. Deniz bu, mutlaka değişecek çehresi. Değişiyor tabii. Mis kokulu rüzgârlar, kabartıyor dalgaları ve heyecan katıyor, su katılmamış huzura. “Deniz çok büyük ama teknem çok küçük” diye dua edermiş balıkçılar binlerce yıl önce; deniz sertleştiğinde güvende hissetmek zordur çünkü. Ama biliriz ki güvenle erişeceğiz mavi suyun başka bir kıyısına yeniden ve başka bir tahta iskelenin yıpranmış ama dostça saran halatlarıyla yeniden bağlan

İS

Resim
 

PÎRÎ REİS'E HAKARET EDİYORUZ

Resim
       “Pîrî Reis’e hakaret etmek de nereden çıktı?” diye soruyor olabilirsiniz. Her an, her saniye hakaret ediyoruz biz Pîrî Reis’e! Baştan alarak açıklamaya çalışayım. Pîrî Reis, hem Türk tarihinin, hem de Türk denizcilik tarihinin en değerli karakterlerinden biri. Denizcilik tarihimizin önemli isimlerini saymamız istense, ortaya en fazla beş-on isim çıkartabiliriz, ki Pîrî Reis de ilk iki sırada yer alır, diğer isim Barbaros Hayreddin Paşa olur. Adını çok kullandığımız bu önemli karakter hakkında halen yanlış bilgiler saçıp durmaktayız. Örneğin kimi kaynakta görüyorum, onun için “kaptan-ı derya” diyenler var.  Pîrî Reis hayatının hiçbir anında Kaptan-ı Derya olmadı. Bu bile kulaktan dolma bilgilerin, gerçek bilgiden ne kadar daha kolay yayıldığının bir göstergesi. (Daha fazla bilgi için Pîrî Reis Neden Öldürüldü? başlıklı yazıya bakılabilir. )      Pîrî Reis, denizciliğinden çok, ürettiği eserlerle tanınır. Denizde büyük bir başarısı, zaferi falan yoktur. Olması da beklenmez çünkü P

BABANI KAYBEDİNCE

Resim
52 yaşında koskoca bir adam olduğunu zannederken, babanı kaybedince, 1 yaşındaki haline döneceğini nereden bilecektin? Hiç aklından geçer miydi, durup durup gözlerinin yaşaracağı, konuşamaz olacağın? Sana bu kadar çok şey verdiğinin farkında mıydın, o hayattayken? Denizi ve bütün doğayı sevmeyi, yelkenli tekne kullanmayı, kürek çekmeyi, hayattan zevk almayı, şarabı, viskiyi tatmayı, pipoyu doldurmayı, dürbünle ufku taramayı, nezaketi, temizliği, adabı… Yahu bak işte, bütün bir yaşamı sana babanın öğrettiğini hiç düşünmüş müydün? Gülmenin güzelliğini, kavganın çirkinliğini, dostluğun değerini, dürüstlüğü, Atatürk’ü ondan öğrendiğini anlamak için ölmesi mi lazımdı yani? Namusun bacak arasında değil yürekte olduğunu, okumadan bilgi sahibi olunamayacağını, her inancın saygıdeğer olduğunu kaç yaşındayken hissettirmeden işledi acaba zihnine? Hiç gelmeyecekmiş sandığın o gün gelince… Yani, ne kadar beklersen bekle, ne kadar hazırlanırsan hazırlan, o anın birdenbire geldiğini… Ne

EFSANEVÎ KADINLAR

Resim